Yayınlar

  • Anasayfa

SÜRPRİZ KARAR YASAĞI IŞIĞINDA BELİRSİZ ALACAK DAVALARI

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası türü, 28.07.2020 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile içtihatları değiştirecek köklü değişikliklere uğramıştır.

Değişiklik sonrası maddenin 3. fıkrası mülga olduğu gibi, 2. fıkrasına da uygulamayı değiştirecek yeni bir düzenleme eklenmiştir. Madde, anılan düzenleme sonrasında

    “Belirsiz alacak davası(1)

    MADDE 107– (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

    (2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” halini almış olup, içtihatların da bu madde ışığında yön değiştirmesi uygulamadaki sorunları da peşinde getirmiştir.

    “Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklindeki HMK’nın 107. maddesinin 3. fıkrasının yürürlükte olduğu dönemde tahsil amaçlı belirsiz alacak davası veya kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davası açmak mümkün olmakla birlikte bu dava çeşitlerinde talebin arttırılışının usuli şekli ve alacak kalemlerinin faiz başlangıç tarihlerinin değişmesi menfaatler açısından farkı büyük sonuçlar ortaya koymaktaydı. Zira tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında –daha sonra alacağın bir kısmı talep artırım yoluyla arttırılsa dahi- tüm alacak yönünden faiz başlangıç tarihi temerrüt yada dava tarihi iken kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasında ıslah edilen alacak yönünden faiz başlangıç tarihi ıslah tarihi olarak kabul edilmekteydi.  Ancak 7251 sayılı Kanun ile HMK’nın 107. maddesinin 3. fıkrasının yürürlükten kaldırılması ile kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasının ikame edilmesi artık olanaklı değildir.  Ancak yargı kararlarının kendi içindeki çelişkili hali ve köklü bir usul uygulamasına sebep verildiğinden Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yeni tarihli içtihatlara bakıldığında bu değişikliğin “sürpriz karar yasağı” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve Yargıtay görüşlerinin gösterdiği yön ile davasını ikame etmiş kişilerin haklarının korunması amaçlanmıştır. Her ne kadar Yargıtay’ın görüşlerini değiştirme konusunda bağlayıcı ve zorlayıcı yaptırımları bulunmasa da, hukuk devletinin asli unsurlarından biri olan yargı sistemine güvenin azalması yargısal bir belirsizliğe yol açacağından hak ve menfaatlerin orantılı şekilde korunması kamu yararının tartışılmaz bir sonucu olacaktır.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2017/18935 Esas ve 2020/15592 Karar sayılı, 10.11.2020 tarihli ilamındaFarklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

    İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara 2003, s. 185 vd.).

    Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22. Hukuk Dairesi’nin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.” şeklinde değerlendirmelere yer verilmiş ve böylelikle uygulamanın tam anlamıyla değişmesi için makul bir süre öngörülmüştür.

Yine iş ve sosyal güvenlik ihtisas alanında faaliyet gösteren Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin kapatılması ve bu daire tarafından bakılan dosyaların Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’ne devredilmesinin akabinde 9. Hukuk Dairesi önceki içtihatlardan uzaklaşarak “objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenmeyecek olması” kıstasını oldukça dar anlamda yorumlamıştır. Her ne kadar önceki uygulamada hakim tarafından,  dava değerinin davacı tarafça belirlenebileceği hallerde davacı tarafa süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlamasına imkan tanınıyorduysa da Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, bu konuda içtihat değişikliğine gitmiş ve süre verilmeksizin dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği kabul edilmiştir. Zira çalışmamızda belirtilen emsal kararında “Madde gerekçesinde ‘Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.’ şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.” şeklinde hüküm tesis edilerek alacak belirlenebilir olmasına rağmen belirsiz alacak davası açılması halinde davanın –süre verilmeksizin- hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği kabul edilmiştir. Ancak işveren tarafından sunulan sosyal hakların ve ayni yardımların belirlenemeyeceği hususu istisnai kapsamda bırakılmıştır.

    Sonuç olarak, Yargıtay görüşü ve içtihatların değişme sürecine girdiği hususları nazara alındığında artık belirlenebilmesi objektif olarak mümkün olmayan alacak kalemleri hariç olmak üzere hukuki yarar olmaksızın ikame edilen belirsiz alacak davalarının dava şartı yokluğundan usulden reddedilecektir.

Avukat Betül HAZAR

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir